
HAZRETİ MUHAMMED HANGİ MEZHEP VE TARİKATA MENSUPTU?!!!
18 Mayis 2019 12:21:10
Hz. Muhammed (s.a.v), Sünni miydi yoksa Şiî mi? Hanefî miydi, Şâfî mi?
Ya da Vehhâbî miydi? Hatta Nurcu mu yoksa Süleymancı mıydı?
Ya da diğer tarikat veya cemaatlerden hangisine mensuptu?
Neydi Rahmet Peygamberinin mezhebi, cemaati ve tarikatı?
Not: Lütfen bu yazının tamamını okumadan hüküm vermeyiniz!
Hazreti Muhammed (s.a.v), bir akıl ve özgürlük Peygamberidir. 23 yıllık Peygamberlik sürecinde, Yüce Kur’ân O’nun şahsında bütün insanlığa indirilmiştir. Onu doğru anlayabilmek için, fikir çerçevemizi Kur’ân’la ilişkilendirmek zorundayız. Bir başka deyişle Müslüman insan, Hazreti Muhammed’le ilgili bilgilerini Kur’ân’ın ışığında gözden geçirmek durumundadır. Kur’ân’a uygun olmayan bir Peygamber tasavvuru, İslâm dininin yanlış anlaşılmasına yol açmaktadır. Nitekim günümüz insanının sorunlarının önemli bir kısmı, din alanındaki bilgi boşluğundan veya yanlış bilgilerden kaynaklanmaktadır.
Şimdi mezheb ve tarikat kavramlarının kısaca ne anlama geldiğine bir bakalım: Mezheb; ‘‘gidilen yol’’ anlamına gelen Arapça bir kelimedir. Tarikat ise; ‘‘yol’’ demektir. İslâm dininin itikadî ve amelî sahadaki düşünce ekolleri diyebileceğimiz mezhepler, ister siyasî-itikadî, ister amelî yani fıkhî olsun, dinimizde müştereken mezheb adıyla anılmakta ve bu yüzden çoğu zaman bir karışıklığa sebep olmaktadır.
Günümüzde birçok İlahiyat Fakültesinde, Mezhepler Tarihi Ana Bilim Dalı kurulmuştur. Mezhepler Tarihi; ‘‘Hz. Peygamberin ölümünden sonra meydana gelen toplumsal değişimin sonucunda, dini ve siyasi gayelerle vücut bulmuş İslâm düşünce ekollerini incelemek üzere doğan bir bilim’’ olarak tarif edilmektedir. (1)
Mezheplerin çıkışına kaynaklık eden bir hadise göre; Allah resûlü (s.a.v) şöyle buyurmuştur: ‘‘Yahudiler 71 fırkaya ayrıldılar. Hıristiyanlar 72 fırkaya ayrıldılar. Ümmetim ise 73 fırkaya ayrılacak, biri dışında diğerleri cehenneme gidecektir. Dediler ki; ‘Ey Allah’ın resûlü, ateşten kurtulacak bu fırka hangisidir?’ Allah resûlü: Benim ve ashabımın üzerinde olduğu fırkadır’’. (2) Objektif bir şekilde İslâm tarihi incelendiğinde görülmektedir ki; bu hadisi şerif yanlış yorumlanmış ve ne yazık ki Müslümanlar paramparça olmuş, her grup ve fırka, kendinden olanı Hz. Peygamberin yolundan giden fırka kabul edip, diğerlerini ötekileştirerek cehenneme gidecek olan sapık fırka kabul etmişlerdir.
Oysaki Mezhepler din değildir. Bilakis Mezhepleri doğuran siyasettir. Ne Kur’ân’da ve ne de Hz. Peygamberin sağlığında mezheplerden, hele hele cemaatlerden veya tarikatlardan bahsetmek mümkün değildir. Zira Yüce Kur’ân, ısrarla dinde ayrılığa düşülmemesini savunur. Bugün İslâm dünyasının geri kalmasının sebebi, cemaatlerin ve mezheplerin birbirini boğazlamasıdır. (3)
Biraz önce de söylediğimiz gibi, Mezheplerin doğuşunda etkili olan en önemli faktör, siyasî olaylardır. (4) Mustafa Kemal Atatürk, ‘‘Din gerekli bir kurumdur. Dinsiz milletlerin devamına imkân yoktur’’ dedikten sonra, ‘‘…Bugün bilimin, tekniğin, bütün kapsamıyla uygarlığın alevi karşısında filân veya falan şeyhin yol göstermesiyle maddî ve manevî mutluluk arayacak kadar ilkel insanların Türkiye topluluğunda varlığını asla kabul etmiyorum. Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve en gerçek tarikat, uygarlık tarikatıdır’’ diyerek, gerçek tarikatın, tıpkı Kur’ân’ın da emir buyurduğu ilim ve fen yolu olduğunu gayet veciz bir şekilde dile getirmiştir. (5)
Kıymetli Okuyucularım,
Bugün Müslümanlar Kur’ânî bilgi eksikliğinden dolayı, mezhep taassubu içindedirler. Ne yazık ki anlaşılması gerektiği gibi Kur’ân’ı anlamadıklarından dolayı; akıllarını mezheplere ve cemaatlere kiraya vermişler, Kur’ân yerine mezhep görüşlerini ön plana çıkararak, mezhep, cemaat veya tarikat liderlerini örnek almaktadırlar.
Hâlbuki Hz. Muhammed’i doğru anlamak konusunda ölçüt Kur’ân olmalı değil midir? Hz. Muhammed (s.a.v), Kur’ân’ın bizzat tebliğcisi olarak Kur’ân’a ters düşmeyeceğine göre, ondan gelen hadisleri Kur’ân ve akıl dengesinde anlamak ve yorumlamak gerekmez mi? Zaten Kur’ân’ın olduğu yerde başka bir söz veya görüş geçerli olabilir mi?
Hz. Muhammed (s.a.v) vefat ettiğinde, Hz. Ömer’inde aralarında bulunduğu bir kısım sahabe, onun vefat ettiğini kabul etmek istememiş, bir kısmı da O’nun Hz. İsa gibi göğe yükseltildiğini ileri sürmüştür. Ancak koca koca sahabelerin bu kısa süreli bocalamasına, ‘‘Ey Peygamber! Bir gün sen de öleceksin, onlar da ölecekler’’ (6) ayeti son vermiştir. Böylece Müslümanlar arasındaki ilk ayrılık bu ayetin rehberliğinde sona ermiştir.
Müslümanlar arasındaki ikinci ayrılık ise, Hz. Peygamberin gömüleceği yer hakkında olmuştur. Mekkeliler onun doğduğu yerde, Medineliler ise vefat ettiği yerde gömülmesini istemiş, bir kısım sahabe ise Kudüs’e götürülmesini savunmuştur. Hazreti Ebûbekir, ‘’Peygamberler öldükleri yere gömülür’’ diyerek bu tartışmayı sonlandırmıştır. Bunun üzerine Hazreti Peygamber, vefat ettiği oda olan eşi Ayşe’nin odasına defnedilmiştir.
Müslümanlar arasında üçüncü anlaşmazlık ise, Fedek arazisi üzerinde olmuştur. Hz. Muhammed’in hayatta kalan tek evladı olan Hz. Fatma, bu arazinin babasına ait olduğunu ve babasının tek mirasçısı olduğunu belirtip, bu arazinin kendisine verilmesini istemiştir. Ancak Halife Ebûbekir ‘’Peygamberler miras bırakmaz’’ diyerek, Hz. Fatma’nın bu isteğini reddetmiştir. Babasından altı ay sonra vefat eden Hz. Fatma, bu sebeple Hz. Ebûbekir’e dargın olarak vefat etmiştir. (7)
Kıymetli Okuyucularım,
Hiç şüphesiz ki, Peygamber efendimizin vefatından hemen sonra sahabe arasında cereyan eden bu anlaşmazlıkların en önemlisi; İmamet konusunda, yani Siyasi Erk hususunda olmuştur. Artık Peygamber yoktu. Onun yerine kim geçecekti. Bu tartışma o gün başlamış, bugün de maalesef son bulmamıştır.
Ancak şu bilinmelidir ki; Hz. Peygamber vefat etmeden önce, yerine hiç kimseyi vekil bırakmamıştır. Bu sebeple Müslümanlar Peygambersiz hayata intibak etmede zorluk çekmişlerdir. Hz. Peygamber vefat edince, cahiliye dönemindeki kabiliyetçi zihniyet, toplumsal ve siyasî olaylarda tekrar su yüzüne çıkmıştır. Hz. Ebûbekir bir tür serbest seçimle halife seçilirken, Hz. Ömer ise Hz. Ebûbekir tarafından halife atanmıştır. Hz. Ömer, kendinden sonraki halifenin seçilme işini yaralı olarak bulunduğu yatağında 6 kişilik bir heyete bırakmış, bu heyet ise aralarında bulunan Hz. Osman’ı halife tayin etmiştir. Nitekim yine bu heyetin bir diğer önemli azası olan Hz. Ali’yi, Hz. Muhammed’in vefatından itibaren halife görmek isteyen bir grup sahabe, bu sefer de Hz. Ali’nin hakkının gasp edildiğini düşünmüşlerdir. Onlara göre Hz. Ali, Hz. Muhammed’in hem damadı, hem amcasının oğlu ve hem de Hz. Peygamberin kızı Fatma dolayısıyla nesebinin devamcısı olan Ehl-i Beyt’tir. Nitekim bu anlayış, daha sonra oluşan Şiî düşüncenin temeli olmuştur. Hz. Osman’ın bir grup Harici (Çöl Bedevisi) tarafından şehit edilmesiyle birlikte ise, İslâm dünyasında telafisi mümkün olmayan karışıklıklar başlamıştır.
Değerli Okuyucularım,
Müslümanlar bugün Kur’ân’a rağmen birbirlerini boğazlıyorlarsa, bu cehalettir ve ahmaklıktır. Ne yazık ki Hz. Peygamberin vefatından sonra bugün bile akıllarımızın almadığı hadiseler cereyan etmiştir. İlk halife Ebûbekir’in vefat etmesiyle birlikte, peşinden sırasıyla raşit halifelerden olan Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali şehit edilmiştir. Hz. Ömer ve Hz. Ali namaz esnasında, 90 yaşındaki halife Osman ise evinde hanımının gözleri önünde şehit edilmiştir. Siyasi Erk sebebi ile İslam kılıfına sarılarak servis edilen bu yanlış din anlayışı ve bunun neticesinde akan kanlar, maalesef bununla sınırlı kalmamıştır. Akan kanlar Hz. Peygamber çiçeği olan Hz. Hasan’ın, Muaviye tarafından zehirletilmesi ve Hz. Hüseyin’in Muaviye’nin oğlu Yezid tarafından Kerbela sahrasında kadınları ve çocuklarıyla beraber bir yudum suya hasret bırakılarak katledilmesiyle devam etmiştir. Özellikle Emeviler ve Abbasiler döneminin İslâm’la bağdaşmayacak uygulamaları, gitgide derinleşerek bugünkü Arap-İslam siyasetinin geldiği başarısız noktayı belirleyici en temel faktörlerden birisi olmuştur.
Hz. Peygamberin vefatından sonra; Hariciler, Mu’tezile, Mürcie, Şia, Kaderiyye, Cehmiyye, Müşebbihe, Zeydiyye, İsmailiyye, Keysaniyye, Rafizilik, İbaziyye, Sufriyye ve daha yüzlerce siyasi Fırka/Mezhep türemiş, bunların büyük çoğunluğu tarih sahnesine gömülmüştür. Bu siyasi Mezheplerin yanında, fıkhi olarak, Sevri, Evzâi, Taberi, Zahiri, Hanefi, Şafii, Maliki ve Hanbeli Mezhepleri de ortaya çıkmıştır. Ancak Fıkhi Mezhepler ibadetlerin uygulaması ve pratiğini yakından ilgilendirmesi açısından zararlı olmayıp, bilakis Fıkhi Mezhep olarak Hanefilik, Şafilik, Hanbelilik, Malikilik ve Caferilik bugün uygulamada var olan Mezheplerimizdir.
Değerli Okuyucularım,
Din ve Mezhep arasındaki ilişki hiçbir zaman masum olmamıştır. Ne yazık ki tarih boyunca siyasi çevreler, bazı mezhep ve tarikatları, siyasi menfaat temin etmek için bir araç olarak kullanmışlardır. Bu yüzden Mezhepler, Müslümanlar arasında ayrılık ve kavgaların, taassubun, iktidar savaşlarının birer aracı olabilmişlerdir. Günümüz Türkiye Müslümanlığı için de aynı şeyler söylenmektedir. Örneğin halkımızın bu Milletin dini birliğini ve beraberliğini sağlama hususunda çok şey beklediği Diyanet İşleri Başkanlığımız, son zamanlarda yoğun bir şekilde cemaatlerin ve tarikatların hamiliğini yapan merkez haline gelmiştir. Bununla birlikte, zaman zaman Siyasi Erk’in, din kılıcı olabilmektedir. Bu durum Kur’ân’ın evrenselliğinin mezhepler ve tarikatlar bazına indirgenerek ihlal edilmesine yol açmaktadır.
Oysaki Yüce Kur’ân, Hz. Muhammed’in Peygamberlik görevini yerine getirirken, insanları zorlayamayacağını, insanlar üzerinde vekil veya bekçi olmadığını belirtir. (8) Ayrıca Hz. Muhammed’in esas görevinin tebliğ olduğunu şu şekilde belirtmektedir: ‘‘Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et; eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini yapmamış olursun’’. (9)
Değerli Okurlarım;
Eğer Peygamberimizi sevdiğimizi söylüyorsak, ona iftira etmeyelim. Onun söylemediğini söyledi demenin, ona yalan söyletmek anlamına geleceğini unutmayalım. Her türlü yanlış yorum ve anlayışlardan Kur’ân ve akıl ışığında Allaha sığınalım. Bu arada Yüce Kur’ân; Haniflikten bahseder, ancak Kur’ân’ın telkin ettiği Hanifliği, Hanefi Mezhebi veya diğerleriyle karıştırmamak gerekir. Zira Haniflik, yüzünü yalnız Allah’a dönmektir. Haniflik bir mezhep değil, mertebedir. Haniflik; Lailahe illallah demektir. Haniflik; Allah’a ortak koşmamak, şirk adına ne varsa, mezhepleri, şeyhleri, ilahları reddetmektir. Haniflik; Kur’ân’ı bir torbada duvara asarak, onun yerine şeyhlerin kitaplarını ve tavsiye ettiği mecmuaları okumak değil, dilimizin döndüğünce Kur’ân gerçeklerini anlatmak demektir.
Sözün özü; Hz Peygamberin herhangi bir tarikat, mezhep ve cemaatin tekelinde olması söz konusu değildir. Hatta Hz. Muhammed’in torunlarını katledenlerin de birer mezhep mensubu olduğunu unutmayınız. Eğer Hz. Muhammed’in bir mezhebi olduğunu söyleyeceksek, bu mezhep ve tarikatın yalnızca Kur’ân olduğunu asla hatırdan çıkarmayalım.
Allah cümlemizi, Yüce Kur’ân ve Sevgili Peygamberimizin yolundan ayırmasın. Amin.
BAŞVURULAR
- Dr. Sönmez Kutlu, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi, Mezhepler Tarihine Giriş, DEM Yayınları, İstanbul 2008.
- Tirmizi, 2/107, İbn-i Mâce, 2/1321.
- Dr. Hasan Onat, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi, www.hasanonat.net/
- Dr. Sönmez Kutlu, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi, Türklerin İslamlaşma Sürecinde Mürcie ve Tesirleri, TDV Yayınları, Ankara 2000.
- Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, II, s. 215.
- Zümer Suresi, 30. Ayet.
- Abdülkahir el-Bağdadi, el Fark beyne’l-Fırak, TDV Yayınları, Ankara 2005.
- Şûra Suresi, 48. Ayet.
- Mâide Suresi, 67. Ayet.
Dr. Metin AVCI
Kdz. Ereğli Belediyesi
BU AYDINLATICI VE SAHİH BİLGİLERİNDEN DOLAYI YAZAR DR.METİN AVCI HOCAMA SONSUZ ŞÜKRANLARIMI SUNARIM.HERKESE SAYGI VE SEVGİLERİMLE.
Bende hocamızın bahsettiği gibi aynı görüş ve düşüncedeyim ,Peygamberimiz döneminde olmayan mezhep ve tarikatlar neden sonradan ortaya çıkıyor hepsi çıkar ve insanları bölmek üzere harekete geçmişler bizlere Allah_Kuran ı Kerim ve Peygamberimiz Muhammed Mustafa ve doğru kabul edilen Hadisler yeter,gerisi hikaye
Allah razı olsun bu bilgiyi diyanet işleri başkanlığına iadeli taahhütlü olarak gönder bilgileri olsun selamlar allaha emanet ol
Ben çok severek okudum lakin az geliyor merak ettiğim için okudum inanışım Hz Muhammed sav efendimizin inancıdır bir tartışmada Hz Muhammed sav efendimizin her mesebe uyduğu söylendi ben karşı geldim mesepler veya inananlar inançlarını Hz Muhammed sav efendimize anlatamaz onu dinlerler ve hatalarından dönerler zaten akılda bunu söylüyor. Biz sünnete uyacağiz o bize uymaz
Biz Müslümanla rın krtuluşu, Rabbimizin Cebrail as vasıtasıyla Peygamberimize gönderdiği dine ssrılmamız, kur anı öğrenmemiz ve uydurulmuş dini terk etmekle mümkün olacağına inanıyoruum. Rabbim yar ve yardımcımız olsun .. AMİN
kuran ı kerimde ne yazıyorsa hakikat odur Düz yol dururken neden değişik yollardan gidilir ki